Herkese merhabalar,
Bu yazı yakın zamanda resmi temsilciliğini aldığımız Nottingham Trent Üniversitesi’ne 6-10 Aralık 2010 tarihinde gerçekleştirdiğim geziyle ilgili notlarımı / düşüncelerimi içermektedir. Ülkenin güneyinden kuzeyine, doğusundan batısına pekçok yeri görme fırsatım olmuştu ancak Nottingham’ı ilk kez görecektim ve haliyle merak ediyordum. Londra’dan St Pancras tren istasyonundan yaklaşık iki saatlik yolculukla Nottingham’a ulaştım. Tren istasyonundan çıktıktan sonra daha öncesinde çok uzak olmadığı ifade edilen otelime taksi yerine yürüyerek ulaşmayı tercih ettim. Nottingham belediye ve adliye binalarının önünden geçerek otelime ulaşmam 10 dakikayı bulmadı. Nottingham’a doğru giderken trenin camından iki tarafta da yoğun kar örtüsü gördümse de Nottingham’a vardığımda atmosferde ne kar ne de yağmur türünden bir hareketlilik yoktu. Biz gelmeden önceki günlerde yağmış olan karın örtüsü yine kendini muhafaza ediyordu. Otele yerleştikten sonra bulunduğu çevreyi kısaca turlamak ve birşeyler almak için dışarı çıktım. Hemen yakında olan ve adının Broadmarsh olduğunu öğrendiğim alışveriş merkezine girdim. Otele döndüğümde önümüzdeki 3 günü kapsayan yoğun programın kitapçığı beni bekliyordu.
Gezi notlarıma geçmeden önce Nottingham Trent Üniversitesi’yle ilgili kısaca bilgi vermek yerinde olur. İngiltere’nin orta kesimlerinde yer alan Nottingham’da kurulu iki üniversiteden birisi olan Nottingham Trent University’nin tarihi 1843 senesinde kurulan Nottingham Government School of Design’e kadar uzanır. Adını şehrin kuzeyinden geçen ve İngiltere’nin ana nehirlerinden birisi olan ve Kelt dilinde ‘coşkun sel’ anlamına gelen Trent’ten okul, tarih içinde düzenli olarak büyüyerek 1992 senesinde nihayet Nottingham Trent University adını almıştır. Üniversitenin tarih içinde kaydettiği aşamalar hakkında detay bilgi için
http://www.ntu.ac.uk/about_ntu/strategy/history/index.html?source=cug3 okulun sitesinde yer alan kronoloji sayfasına bakabilirsiniz. Saygın bir mazisi olan ve mezunlarının iş bulma imkanları bakımından Britanya’nın başta gelen üniversitelerinden birisi olan Nottingham Trent Üniversitesi, Nottingham gibi ülkenin önde gelen alışveriş ve kültür merkezlerinden birisinde yer alıyor olmanın büyük avantajına sahiptir. Üniversitenin şehir merkezine yakın olan merkez kampüsü dışında 20 dakika süren Clifton ve yaklaşık 40 dk. civarında süren Brackenhurst kampüsleri bulunmaktadır. Merkez kampüs ile Clifton kampüsü arasında bizim de kullandığımız ve öğrencilere sürekli hizmet veren otobüs seferleri mevcut. Her biri kendi içinde harika programlar sunan 10 fakültesi bulunan üniversitenin toplam öğrenci sayısı 24 bin civarındadır.
Gezimizin ilk günü sabahında üniversitenin uluslararası ofis personeliyle tanıştık. En tepe yöneticisinden en alt üyesine kadar okulun uluslararası ofisi; aralarında benim de yer aldığım Türkiye, Hindistan, Çin, Vietnam, Malezya, Sri Lanka ve Nijerya gibi dünyanın dört bir yanından gelen misafirlerini dikkate değer bir ilgiyle karşıladılar. Tanışma ve üniversite hakkında genel bilgilerin edinilmesinden sonra üniversitenin işletme okulu olan ‘Nottingham Business School’a gittik.
1979 senesinde kurulan ve gerek akademik gerekse pratik tarafıyla kendisini ‘her türlü hizmeti veren’ uluslararası bir işletme okulu olarak tanımlayan Nottingham Business School’da lisans ve lisansüstü düzeyde öğrencilere geniş bir yelpazede programlar sunuluyor. Toplamda 5 bine yakın öğrenci sayısıyla üniversitenin en büyük fakültesi durumunda olan Nottingham Business School’daki öğrencilerin toplamda %20’sini 80 farklı ülkeden gelen yabancı öğrenciler oluşturuyor. 800’ün üzerinde şirketle aktif bağlantısı bulunan Nottingham Business School, 2010 Ocak ayında açılan ve 120 milyon pounda malolan Newton Building’de bulunuyor. İngiltere’de üniversiteler genellikle araştırma odaklı (research-led) veya öğretim odaklı olarak tasnif edilirken, Nottingham Business School her iki kimliği de içerir bir görüntü veriyor. Fransa merkezli bir oluşum olan ve her sene dünyanın en iyi 1000 işletme okulunu rank eden
Eduniversal’ın son sıralamasında 3 palmiye kazanarak mükemmel işletme okulları içinde yer alan Nottingham Business School’un başarısı, EFMD ve AACSB gibi uluslararası saygın işletme okulları akreditasyon kurumları tarafından da tescillenmiş durumda.
Salı günü tanıdığımız ikinci fakülte School of Social Sciences oldu. Psikoloji, Kriminoloji, Kamu Sağlığı ve Politikaları, Sosyal Hizmetler, Siyaset Bilim ve Sosyoloji konularında Britanya’da ve uluslararası arenada tanınırlığa sahip Sosyal Bilimler Fakültesi, canlı öğrenme atmosferini işletme okulu gibi yine şehir merkezindeki ana kampüste öğrencilere sunuyor. Burada dikkat çeken sunumlardan bir tanesi psikoloji konusunda olandı. Bilindiği üzere İngiliz üniversiteleri Psikoloji alanında master yapmak isteyen öğrencilerden lisans seviyesinde Psikoloji egitimi almış olmalarını şart koşar. Nottingham Trent Üniversitesi, farklı alanlardan gelen öğrenciler için dizayn edilmiş Psikoloji ‘conversion’ programıyla öğrencilere Psikoloji alanında yüksek lisansa devam edebilme imkanı sağladığı gibi, direkt olarak doktoraya başlama olanağı da sunuyor. Psikoloji bölümünün dikkat çeken yönlerinden birisi de tam donanımlı psikoloji laboratuvarlarıydı. Bilgisayar vb araçlarla donatılmış bu sınıflarda insan davranışı çeşitli yönleriyle laboratuvar ortamında mercek altına alınıyor.
Salı günü sunumlarından ardından görkemli Nottingham Kalesi’ni görmeye gittik. Şehre hakim doğal bir kayalık çıkıntısı olan ‘Castle Rock’ üzerine kurulu kalenin tarihteki izi 1067 senesine kadar geri sürülebiliyor. Çocukken ansiklopedilerde okuduğum ve Haçlı Seferleri sırasındaki katliamlarından ötürü Kanlı Rişar olarak bilinen İngiliz kralı burada yine karşıma çıktı. Kanlı Rişar (Kral 1. Richard) ve pekçok İngiliz ekabiri üçüncü haçlı seferine katılmış ve uzaktayken, Nottingham Kalesi sahipsiz kalmış ve Nottingham Şerifi tarafından işgal edilmişti. Robin Hood efsanelerinde, Şerif ve bu efsane kahraman arasındaki hesaplaşmalara sahne olan yer de rivayete göre bu kaledir.
Bize gösterilen büyükçe makette de görsel olarak anlatıldığı üzere tarih içinde çeşitli safhalardan geçen, gerek bir eğlence mekanı gerekse hapishane olarak hizmet veren kalenin başına en dramatik hadiselerden birisi 1800’lü yılların ortalarına doğru gelir. 1831’de Sanayi Devrimi’nin geldiği senelerde Nottingham, İngiliz İmparatorluğu’nun merkezinde yer almasına karşın Hindistan haricinde en sefil gecekonduların kurulu olduğu bir yer olarak ünlenmişti. 1832 tarihli Reform Yasası’na karşı çıkmak için Newcastle Dükü’ne karşı ayaklanan bu gecekondunun sakinleri o zaman kalenin yerinde kurulu olan devasa malikaneyi yakarak kullanılmaz hale getirirler. Önceleri adamakıllı kale görünümünde olan yapı bu yangının ardından ancak 1875 senesinde restore edilecek ve 1878 senesinde Nottingham Kalesi Müzesi olarak hizmete açılacaktır. Bu yönüyle Nottingham Kalesi Müzesi Britanya’da, Londra haricinde açılan ilk belediye sanat galerisi özelliğini de taşıyormuş.
Bütün bu bilgiler kalenin içinde sergilenen tablolar içinde orjinal metinlerle birlikte aktarılıyor. Kalenin içinde bize mihmandarlık eden rehber bizi duvarlardaki tablolar eşliğinde geçmişten bugüne kadar bir yolculuğa çıkardı. Müzede gerek tablolar gerekse balmumu heykeller eşliğinde geçmiş yüzyılların gündelik Nottingham hayatından çarpıcı manzaralar sunuluyor. Duvarlardaki usta işi tablolar yanında, özellikle birinci ve ikinci dünya savaşlarından kalmış eşyaların sergilendiği savaş müzesi kısmı da görmeye değer.
Biraz da Nottingham’dan bahsetmek gerekirse Nottingham Kalesi’ni gezerken okuduğum tabloya göre 1086 tarihi Domesday Kitabı Nottingham’a dair bilinen ilk açıklamayı içermektedir. Kitaba göre, “Norman fethinden sonra, Anglo-Sakson ‘burh’nun savunması terk olunmuştu. Ardından daha sonraları ‘French Borough – Fransız Kasabası’ olarak bilinen, fatih William’ın kalesi yeni ‘borough-ilçe’ oldu ve büyüdü. Burası, kalenin valisi olan William Peveril’e aitti. Ve zamanla mevcut yerleşim ‘English Borough – İngiliz Kasabası’ olarak tanındı. 1284 yılına kadar iki yerleşim yeri Fransız veya İngiliz hukukuna göre ayrı ayrı idare edildiler. Sonrasında birleşerek tek bir belediye başkanı tarafından yönetildiler.”
Çarşamba günü sabahı gruplar halinde yaklaşık 20 dakikalık bir yolculukla Nottingham Trent Üniversitesi’nin Clifton kampüsüne gittik. Clifton kampüsünde bizi eğitim fakültesinden bir akademisyen grubu karşıladı. Bu sene 50. yaşgününü kutlayan eğitim fakültesi ilk kurulduğu 1960’lardan bu yana ülkenin en iyi öğretmen yetiştiren kurumlarından birisi olmakla gurur duyuyor. Halihazırda 1800 civarında öğrenciye ev sahipliği yapan eğitim fakültesi Ada Byron King binasında hizmet veriyor.
Eğitim fakültesinin ardından ‘School of Arts and Humanities’e (Sanat ve Beşeri Bilimler Fakültesi) geçtik. Okulun bu fakültesi de gazetecilikten uluslararası ilişkilere kadar pekçok alanda seçkin bir program portfolyosu sunuyor. Lisans seviyesinde ülkenin en iyi gazetecilik programlarından birisini sunan bu fakültenin şehir merkezindeki kampüsle de bağları mevcut. Bize tanıtılan programlardan MA International Relations programı lisans seviyesinde uluslararası ilişkiler veya siyaset bilim okumamış öğrencilerin katılımına da açık tutuluyor. Programı tanıtan akademisyen programdaki en iyi öğrencisinin lisans döneminde fizik okumuş birisi olduğunu heyecanla ifade ediyor.
Devamında School of Science and Technology’yi gezmeye başladık. Bilim ve Teknoloji Fakültesi, Britanya’da öğrencilerin temel bilimler yanında bilgisayar ve teknoloji, forensik, spor ve biyomedikal bilimler gibi yenilikçi alanları da birlikte çalışabilecekleri nadir okullardan birisi özelliğini taşıyor. Bu fakülteyi gezerken kimya laboratuvarları ve forensik bölümüne ait adli olay yeri evi (Crime Scene House) oldukça etkileyiciydi. Aralarında cinayetin de yer aldığı çeşitli adli vakalara ait sahnelerin profesyonel mankenler eşliğinde canlandırıldığı bu ev programa devam eden öğrenciler tarafından uygulama mekanı olarak kullanılıyor. Evi tanıtan hoca bizi hemen her ülkeden ve silahtan çıkabilecek mermilerin olağanüstü çeşitlilikle sergilendiği balistik laboratuvarına da götürdü. Bunun dışında bilgisayar konulu yüksek lisans programıyla ilgili bir detayı paylaşmak istiyorum. İngiltere’de bilgisayarla ilgili master programları genellikle bir sene içinde tamamlanır. Nottingham Trent Üniversitesi’nin bir senesi profesyonel çalışma dönemini içeren ve toplam iki seneden oluşan benzersiz bir programı da mevcut.
School of Science and Technology’nin ardından Çarşamba günümüzün son uğrak yeri olacak Nottingham Law School’a doğru yola çıktık. Clifton’dan şehir merkezindeki kampüse bu kez minibüsle dönmek yerine iki kampüs arasında öğrencilere hizmet veren otobüslerden birisiyle yolculuk yaptık. Nottingham Law School ülkenin en büyük hukuk okullarından birisi durumunda ve yine geniş bir program yelpazesine sahip. İngiltere içinde ve uluslararası seviyede pekçok hukuk firmasyla içli dışlı olan okulun aralarında çok sayıda avukat ve hukukçunun da bulunduğu geniş bir akademisyen kadrosu var. Bize okulu tanıtan görevlilerden Jo Boylan-Kemp akademik kimliği yanında bir avukat şapkasına da sahip. Diğer teknik ve sosyal bilimler alanlarında olduğu gibi hukuk fakültesinde de öğrencileri gerçek hayat şartlarına göre hazırlama kaygısı hissediliyor. Öğrencilerin yetkin akademisyenler eşliğinde hukuk davalarını canlandırıp, avukatlık provası yaptıkları ‘mooting’e Nottingham Law School’da daha bir önem veriliyor. LLM yapmak isteyen öğrenciler bu fakültenin programlarını mutlaka gözden geçirmeliler.
***
Programımızın üçüncü günü sabahı ilk olarak College of Art, Design and Built Environment’i ziyaret ettik. Okulun en temel departmanlarından olan mimarlık bölümünü de bünyesinde barındıran bu fakültenin dekanından okutmanına kadar hemen her seviyesinden akademisyenleri bize toplu bir sunum yaptılar. Bu kolejin çatısı altında bulunan School of Art and Design, Britanya’nın kendi alanında en kurumsal ve prestijli okullarından birisini teşkil ediyor. 2,500’den fazla öğrencisi olan bu fakültede moda tasarımı, grafik, ahşap / metal tasarım bölümlerinin herbiriyle ilgili harika olanaklara sahip atölyeler bulunuyor. Nottingham Trent Üniversitesi’nin diğer fakültelerinde olduğu gibi College of Art, Design and Built Environment’ın bölümlerinde de öğrencilerin pratik hayata kendilerini hazırlamaları için her türlü olanak sunuluyor. İngilizü üniversiteleri tarafından genellikle ‘sandwich program’ adıyla sunulan ve lisans programının son senesi öncesi bir senelik işe yerleştirme programına burada hemen her bölümde rastlayabilirsiniz. İşletme fakültesindeki sunumda hocalardan bir tanesi öğrencilerden birisinin mevcut şirketlerden birisine staja gitmek yerine kendi işini kurduğunu ve bu seneyi böyle tamamladığını ifade etmişti. Program sonrasında internetten bir tarama yaptığımda bunun farklı bir örneğiyle karşılaşınca bunun sadece işletme okuluyla sınırlı olmadığını anladım. Üniversitenin tasarımla ilgili bölümlerinden birisinde okuyan üç arkadaş aynı şekilde stajlarını bağımsız bir firmada yapmak yerine kendi kurdukları ve fazlasıyla muvaffak oldukları ‘Lime Stuio’yu kurarak yaparlar. Bu sıradışı hikayeyi Türkçe okumak için buraya tıklayınız.
Bu fakültenin ardından son durağımız olan ve School of Animal, Rural and Environmental Sciences’a ev sahipliği yapan üçüncü kampüs Brackenhurst’e doğru yola çıkıyoruz. Şehir merkezinden 14 mil uzaklıkta bulunan Brackenhurst kampüsüne ulaştığımızda biz Nottingham’a gelmeden önce yağmış olan karın varlığını iyice hissediyoruz. Adından da anlaşılacağı üzere doğal dünyanın korunması üzerine bölümlere sahip bu okulun yine 50 seneyi aşkın bir mazisi bulunuyor. Okulun muhtelif yerlerinde tropikal bölge canlılarından devasa ölçülerdeki atlara kadar çok çeşitli hayvanlar üzerinde araştırmalar yapılıyor. Bizim gördüklerimiz arasında envai çeşit tavşanın barındığı kısım özellikle ilgi çekiciydi.