Burak Kıroğlu İngiltere’de The London School of Economics and Political Science (LSE)’da MSc in Politics of World Economy programına kabül aldı, deneyim ve izlenimlerini sizler için bizimle paylaştı.
Merhaba Burak Bey bize biraz kendinizi tanıtır mısınız ?
Tabii ki. 1981 yılında İstanbul’da doğdum, liseyi Saint- Michel Lisesinde okudum ve 2004 yılında Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldum. Su anda London School of Economics and Political Science’da MSc in Politics of World Economy yapıyorum.
Mastır’da hangi konu üzerine yoğunlaşacağınıza nasıl karar verdiniz ?
Türkiye’de üniversitede ‘Uluslararası İlişkiler’ okumuştum ve üçüncü yılın sonuna geldiğimde yurtdışında mastır yapmaya karar verdim. Öncelikle okuduğum bölümde ilgimi çeken uzmanlaşabileceğim alanları belirledim; bunlar ekonomi-politik, Ortadoğu ve globalleşmeydi. Bu alanları belirledikten sonra sıra o konuyla ilgili başvurabileceğim okulları seçmeye gelmişti.
Peki bu aşamada hangi okulları seçtiniz? Sadece LSE’e mi başvurdunuz ?
Yok hayır, 5 okula başvuru yaptım ama LSE birinci tercihimdi her zaman için. Yukarıda bahsettiğim konularla ilgili isim yapmış okulları araştırdım ve LSE dışında SOAS, Warwick, Birmingham, UCL ve Essex’e de başvurdum. Bu okulların hepsinden kabul aldım ama dediğim gibi LSE birinci tercihimdi, o yüzden LSE’yi tercih ettim. Onun dışında tek okula başvurmak oldukça riskli de olabilirdi açıkçası.
LSE’yi tercih etmenizdeki başlıca sebepler neydi ?
Diğer okulların aksine LSE neredeyse tamamen sosyal bilimlere konsantre olmuş bir okul (sanırım sadece bir tane mühendislik bölümü var o da Decision-Sciences) ve gerçekten bu konuda çok iyi bir ismi var. Ayrıca tamamen sosyal bilimlere konsantre olduğu için bu alandaki kütüphane kaynakları ve akademik kadrosu oldukça etkileyici, mesela üniversitede okurken makalelerini okuyup referans olarak kullandığım birçok akademisyen burada eğitim veriyor. İkinci önemli sebep ise kampüs üniversitesi hayatı yerine Londra’da yaşamayı tercih ettim, çünkü bunun benim yapıma daha uygun olacağını düşünüyordum. Burada 3 aya yakın süre geçirdikten sonra bu tercihimde haklı çıktığımı fark ediyorum açıkçası.
Kampüs üniversitesinde ve şehir ortamında (Londra’da) yaşamın farklarını açar mısınız biraz ? Bu gerçekten önemli bir etken mi ?
Bence oldukça önemli bir etken çünkü LSE’de veya başka bir Londra üniversitesinde okumakla, Londra dışında bir kampüs üniversitesinde yaşamak arasında oldukça büyük farklar var. İkisinin de kendine göre avantaj ve dezavantajları var bence, bu noktada başvuran öğrencilerin tercihleri ve 1 yıllık mastır hayatlarından ne bekledikleri önemli. Londra’da yaşamak güzel bir tecrübe sonuçta, yapabileceğiniz binlerce etkinlik var şehirde ve çok kozmopolit bir yer, her milletten insanı içinde barındırıyor. Ama bunun yanında dünyanın en pahalı şehirlerinden biri ve tabi ki hiçbir zaman bir kampüs üniversitesi kadar güvenli değil. Tabi burada insanların gözünü korkutmayayım sonuçta buraya Türkiye’den gelecek arkadaşlar muhtemelen İstanbul veya Ankara’dan gelecekler, Norveç veya İsviçre’den değil o yüzden, İstanbul veya Ankara’dan daha fazla tehlikeli bir yer olduğu söylenemez. Ayrıca Londra’daki üniversiteler genelde şehir merkezindeler ve birkaç tane binanın birleşiminden oluşuyorlar. Onun dışında öğrenciler Londra gibi kozmopolit bir yerde olduğu için daha kendi havasında takılıyorlar, bir kampüs ortamında görebileceğiniz sıcak atmosferi bulmanız daha zor açıkçası. Öte yandan şehir hayatına çok alışmış birinin şehir dışındaki bu kampus üniversitelerinde sıkılabileceğini göz önünde bulundurmak lazım. Dediğim gibi üniversite seçimini yaparken bunların hepsini göz önünde bulundurmak lazım.
Sizi şu ana kadar LSE’de neler etkiledi ?
Açıkçası, okula gelen konuşmacılar gerçekten çok etkileyiciydi. Okulun prestijli adının ve Londra’nın merkezinde bulunuyor olmasının bunda önemli rol oynadığını tahmin ediyorum. Üç aydır buradayım, şu ana kadar Javier Solana, Joschka Fisher, Ali Babacan ve 1994-2003 yılları arasında Brezilya başkanlığını yapmış olan Fernando Cardoso benim ilk aklıma gelenler bu sene LSE’yi ziyaret eden dünya liderleri arasında.
İngiliz eğitim sistemi nasıl peki ?
Bizim Türk veya Amerikan sistemine pek benzemiyor açıkçası. Üç ders alıyorsunuz bir senede ve bu dersler dönemlik değil, senelik olarak alınıyor. Sene sonunda bütün seneden sorumlu olduğunuz bir finale giriyorsunuz. Sene içinde ise sizden her hafta derslere ilişkin okumaları yapıp, üzerinde tartışmanızı bekliyorlar. Ama insanı daha fazla düşünmeye ve araştırmaya yönlendiren bir sistemleri olduğu söylenebilir.
Son olarak ‘Alternatif UPS’le nasıl irtibata geçtiniz ve size nasıl yardımları oldu ?
Başvuru süreci oldukça zahmetli bir süreç. Çünkü farklı yerlerden birçok belgeyi toplayıp bir araya getirmeniz gerekiyor. Bunun dışında İngiltere’de okullar bazı bölümlere daha fazla yoğunlaştığı için her okulda her bölümü bulamıyorsunuz. Okumak istediğiniz okulların ve bölümlerin belirlenmesi, başvuru formalarının doldurulması, TOEFL veya IELTS sınavlarına girmek, güzel bir ‘statement of purpose’ yazmak ve bir yandan da okulda notlarınızı en üst düzeyde tutmaya çalışmak oldukça stresli ve yorucu olabiliyor. Bu noktada bu işlerin hepsini tek başıma yapamayacağıma karar verdim çünkü o dönem üniversitem (Koç Üniversitesi) oldukça ağırdı. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine Alternatif UPS’le irtibata geçtim. Onlar bana okulların bulunması, formların doldurulması, ‘written work’ ve ‘statement of purpose’ların edit edilmesi ve bütün belgelerin bir araya getirilerek güzel bir şekilde okullara gönderilmesi konusunda yardımcı oldular. Ben de okulda notlarımı yüksek tutmak, TOEFL’dan iyi bir skor almak ve güzel bir ‘statement of purpose’ yazmak konusunda üzerime düşenleri yaptım. Sanırım başarılı bir takım çalışması oldu ve ben de İngiltere’de istediğim okullardan kabul aldım.